2015'in Mayıs ayında eşimle dört günlük bir Slovenya seyahati yaptık. Ülkenin başkenti Ljubljana'da kalmayı tercih ettik. Slovenya şimdiye dek gittiğim en yeşil ülke oldu. Ülke yüzölçümünün %60'ı yeşil alanlardan oluşuyor. Nüfus 2 milyon civarında ve yakın geçmişte Yugoslavya dağılırken bu süreci savaşmadan geçirmiş bir ülke. Bu sayede oldukça huzurlu ve refah seviyesi yüksek bir toplumu var. Ülke 2004'ten beri AB üyesi. Ljubljana 'nın nüfusu ise 300.000'e yakın. 2016 yılı için Avrupa'nın yeşil başkenti seçilmiş.
I made a Slovenia trip with my wife in May 2015 for four days. We preferred to stay in the capital city of the country Ljubljana. Slovenia became the most green country I have ever visited. The 60 % of the country area comprised of green areas. Its population was about 2 million. While former Yugoslavia were separating the country experienced this process without making war. Thanks to this there was a prosperous and peaceful society. The country has been the member of EU since 2004. Ljubljana was chosen as the green capital of Europe for 2016.
Kalacağımız Slon adlı otel yayalaştırılmış olan şehir merkezine çok yakındı. Slon kelimesi fil anlamına geliyor ve otelin her yeri fil ile ilgili objelerle dekore edilmiş. Otelimize yerleştikten sonra hemen şehri keşfe başlıyoruz. İlk işimiz acıkan karnımız doyurmak oldu. Nehir kıyısında bulunan, Ribca adlı deniz mahsülleri lokantasında gördüğüm bir ilan dikkatimi çekiyor ve buraya oturuyoruz. Hayatımda ilk kez menüde gördüğüm kurbağa bacağını denemeye karar veriyorum. Kızarmış kurbağa bacakları çok kemikli ve tavuğu andıran bir tada sahiplerdi. Bayıldım diyemem ama merakımı gidermiş oldum. Bunun dışında balık ve büyük karides sipariş edip, yerel bira eşliğinde yedik. Ardından turist bürosuna gidip daha önce online olarak aldığım Ljubljana kartlarını teslim aldık. Bu kartı kullanarak pek çok müze, otobüs, internet ve şehir içi geziden ücretsiz faydalanabiliyorsunuz. Geçerlilik süresi olarak 1, 2 ve 3 gün seçenekleri mevcut. Oldukça faydasını gördük. Şehrin kalbi sayılan Preseren Meydanı'nda dolandık. Ljubljanica nehri üstünde birbirine yakın üç köprü var. Bunlar ejderha, üç köprü ve ayakkabıcılar (kasap) adlarını taşıyor. Üçü de şehrin tarihi yakası ile modern yakasını birbirine bağlıyor. Üç köprü, 1842'de inşa edilmiş ve üstündeki Latince yazıttan anlaşıldığı üzere Arşidük Franz Charles adına yapılmış. 1932'de iki yanına yaya yollarının yapılıp genişletilmesinden sonra üç köprü adını almış. Ejderha köprüsü ise 1901'de yapıldığında ülkenin ilk betonarme ve asfalt kaplı köprüsü olmuş. Aslında imparator Franz Josef'in adını taşıyormuş ama üzerindeki yeşil ejderha heykelleri nedeniyle Ejderha Köprüsü adını almış. Kasap Köprüsü 2010'da açılmış ve üstünde asılı asma kilitlerle tanınıyor. Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi burada da sonsuz aşkı simgeleyen asma kilitler bir gelenek haline gelmiş.
The hotel called Slon we stayed was very near to city center. Slon means elephant in Slovenian and every corner of the hotel were decorated objects related with elephant. After we checked-in started to discover the city. Our first job became to fill our stomachs. We went to a restaurant called Ribca because of an advertising sign . I decided to try the frog legs written on the menu. Fried frog legs were very bonny and their taste were like chicken. I did not like very much but I satisfied my wonder. We also ordered fish, prawns and local beer. Then, we went to tourism information center and took our city cards which I bought as online before. You can utilize buses, museums, internet and city tours using this card as free. There were 1,2 and 3 days options for this card. We regularly used it. We strolled in teh heart of the city, Preseren Square. There were 3 near bridges on the river Ljubljanica. The names of them were dragon, triple and butcher. All of them connected to historical and modern sides of the city. Triple Bridge was constructed in 1842 for the name of Archiduke Franz Charles like on the panel written as Latin. Dragon Bridge have became the first concrete and covered with asphalt bridge of the country when it was constructed in 1901. Actually it has carried the name of Emperor Franz Josef but because of the green dragon statues on it its name converted to Dragon Bridge. Butcher Bridge has been opened in 201 and it was known with padlocks on it. Padlocks symbolizing the eternal love became a tradition like any other places in the world.
Kartlarımızı aldıktan sonra nehirde bir tekne turuna çıktık. Tur boyunca yerli halkın rehavetine ve nehirdeki doğal yaşama tanık olduk. Gezimizin sonlarına doğru hava kapadı ve yağmur başladı. Bir kafeye sığınıp sıcak şarap içtik. İlk akşam yemeğimizi epey geç bir vakitte yedik. Şopska salatası, çorba, cevapcici köfte ile gnocchi yedik. Genel olarak lezzetleri güzeldi. Fiyatlar diğer Balkan ülkelerine göre daha pahalı.
After took our cards we made a boat trip on the river. We witnessed the slackness of the local people and natural life along the tour. Late in the tour it got dark and started to rain. We entered a cafe and drank hot wine. We had our first dinner in a very late time. We ate soup, shopska salad, cevapcici and gnocchi. Their tastes were good in general. The prices were more expensive according to other Balkan countries.
Ertesi sabah kahvaltımızı otelde yaptıktan sonra rehberli bir şehir turuna katıldı. İngilizce anlatımlı yapılan tura toplam 7-8 kişi katılmıştı. Tur boyunca belediye meclisi binasını, kaleyi, kiliseyi ve yerel bir lokantayı ziyaret ettik. Lokantada, bayır turbu sosu ile sosis ve yerel bir tatlıyı bize ikram ettiler.
Next morning after we had our breakfast in the hotel we joined as guided city tour. The tour was in English and 7-8 person joined it. We visited town hall, the fortress, a church and a local restaurant along the tour. They offered us sausage with radish sauce and a local dessert kind.
Ardından fünikülerle şehrin kalesine çıktık. Fünikülere giderken karşılaştığım bir kanguru çeşmesi ise bana hoş bir sürpriz oldu. Kalede bize şehir ve tarihi ile ilgili bilgiler verildi. Buradan şehrin panoramik manzarasını seyredebilirsiniz.
Then we climbed the fortress of the city by funicular. I met a kangaroo fountain was a nice surprise for me when we go to funicular. They gave us information about city and its history at the fortress. You can e-watch the panoramic view of the city.
Turun ardından otelde biraz dinlendik ve Bled Gölü'ne gitmeye karar verdik. Otogara dek yürüyüp Bled'e giden ilk otobüs için bilet aldık. Yol 1,5 saat kadar sürüyor. Göle varınca etrafında yürüyüş yaptık. Göl, yeşillikler içinde kuğu ve ördeklerin yüzdüğü huzurlu bir yerdi. Oldukça kalabalıktı. Ortasında yer alan ada ve kiliseye gitmek için tekne kiralamamız gerekiyordu. Fiyatı çok pahalı gelince göl kıyısında çim kayağı yapmayı tercih ettik. Kısa süren ama adrenalin düzeyini patlatan bir parkur olduğunu söylemeliyim. Parkur kapanmadan çim kayağını da denemiş olduk. Ardından tepeye tırmanarak Bled Kalesi'ni ve içindeki müzeyi gezdik. Manzaraya karşı bizim yaptığımız gibi birer kadeh şarap içip günü batırabilirsiniz.
After the tour we rested in the hotel for a while and decide to go Bled Lake. We walked to the bus terminal and bought ticket for the first bus for Bled. It took 1,5 hours. When we arrived the lake we made a walk. The lake was a peaceful place with ducks and gooses. There was very crowded. We need to rent a boat to arrive the island and church located in the middle of the lake. We found the price very expensive so we preferred to make grass skiing. It was a short but adrenalin booster track. We succeeded to try the grass skiing before the track closing. Then we climbed to the Bled Castle and its museum inside of it. You can watch the sunset with a glass of wine like we did.
Hava karardığında tekrar göl kıyısına varmıştık. Burada hızlı bir akşam yemeğinden sonra Ljubljana'ya giden son otobüse bindik. Yemekte tatlı olarak buraya özgü milföy benzeri bir pastanın da tadına baktık. Adı Bled kekiydi. Slovencede ise Kremna Rezina deniyor.
When it got darken we arrived again to lakeside. We had a fast dinner and got on the last bus for Ljubljana. We also tasted a special cake for Bled as dessert. It was like mille-feuille. Its name was Bled Cake or Kremna Rezina.
Ertesi günkü programımızda Postojna şehrinde bulunan mağaralar vardı. Otelimize yürüyüş mesafesindeki küçük otogara gidip otobüsle mağaralara doğru yola çıktık. Mağaraya kadar gitmişken 9 km mesafede bulunan, kayalara oyulmuş Predjamski Kalesi'ne de gitmelisiniz. Ulaşım imkanımız olmadığı için biz gidemedik. 1815'de keşfedilen mağara sistemi, şehrin 2 km uzağında. Toplam 24 km uzunluğa sahip sistem, dünyanın en uzun mağarası unvanını taşıyor. Giriş ücreti 20 EUR civarıydı. Mini bir trenle mağaranın belli bir kısmına dek ilerledikten sonra yaya yola devam ediyorsunuz. Mağaranın sıcaklığı sabit ve 10 °C civarı. Çok ince giyinmeyin. Turun süresi 1,5 saat. Trenle yol alırken otomatik makineler fotoğrafınızı çekiyor ve isterseniz çıkışta satın alabiliyorsunuz. Mağara karstik yapıda ve bir metrelik bir sarkıtın oluşması için 10.000 yıl geçmesi gerekiyor. İçinden Pivka Nehri akıyor. Mağaranın ilginç yönlerinden biri de Prometheus veya insan balığı olarak da bilinen kör bir amfibik yaratığa ev sahipliği yapması. Bu yaratık şeklen ejderhayı da andırdığı için Ljubljana'nın sembolü olan ejderha konseptiyle de uyuşuyor. bu nedenle bebek ejderha olarak da adlandırılıyor. Hem akciğerleri hem de solungaçları olan, özgün bir canlı türü. Karanlık ortamda yüzyılı aşkın süre yaşayabiliyor. Bu canlının haricinde mağaraya özgü başka canlı türleri de sergileniyor. Mağara, UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmiş. Mağara gezisinin ardından şehre geri dönüp Ulusal Müze'yi ziyaret ettik. Özelikle Roma dönemi eserleri etkileyiciydi. Ardından şehir kartımızdan yararlanarak ücretsiz olarak Ljubljana Kalesi'ne tekrar çıktık. Bu kez daha detaylı gezip kaleyle ilgili kısa bir belgesel film de izledik. Dönüşte artık oldukça yorgunduk.
Our next day programme was Postojna caves. We went to small bus terminal by walking and took the road for the cave. You should also visit the Predjamski Castle only 9 km away from the caves. We could not visit there because of there was no transportation facility. The caste system was discovered in 1815 is 2 km away from Postojna. Its total length is 24 km and the longest cave system in the world. The entrance fee was about 20 EUR. You can go to a certain point inside the cave by mini train. The temperature of the cave was stable and about 10° C . Do not wear very thin. The tour takes 1,5 hour. Automatic cameras were taking your photo when the train takes road and if you want you can buy them after the tour. The cave is carstic. The occur of a one meter stalactite takes 10.000 years. Pivka river was flowing crossing the cave. One of the interesting ways of the cave owns a blind amfibic creature called promotheus or human fish. The shape of this creature looked like dragon and also matching the dragon concept of Ljubljana. It is also called as baby dragon. It was a unique organism having lungs and gills. It can be lived more than a century in a dark atmosphere. Other organism kinds special to cave were also entertaining. It was added to the UNESCO World Heritage List. After cave tour we returned to the city visited National Museum. Especially, works of Roman period were impressive. We again visited the fortress by using city card. We strolled more detailed and watched a documentary film about the fortress. We were so tired after the tour.
Cafe Romeo adlı bir lokantada Meksika mutfağından lezzetlerin tadına baktık. Nachos, makarna ve quesadilla yedik. Porsiyon ve lezzet olarak başarılıydı.
We tried Mexican cuisine in a restaurant called Cafe Romeo. We ate nachos, pasta and quesadilla. It was successful in respect of taste and portion.
Ertesi gün gezimizin en uzak durağı olan Adriyatik kıyısındaki Piran şehrine gittik. Piran, ülkenin en güneyinde başkente 3 saatlik mesafede küçük ama şirin bir şehir. Şehre varır varmaz kısıtlı vaktimizi değerlendirmeye başladık. Şehrin ara sokaklarında ve deniz kıyısında dolaştık. Meydandan itibaren şehri dairesel bir rotada gezmeye başladık. Aya Georgios Kilise'sinin çan kulesine çıktık. Bağış olarak sizden 1 EUR alıyorlar. Kuleden tüm şehrin manzarası etkileyici. Kuleden indikten sonra surları takip ederek turumuzu bitirdik. Gezimiz sırasında sık sık güneşlenen insanlara rastladık. Karnımız acıktığı için Three Widoves adlı bir balıkçı lokantasına oturduk. Yemek olarak bira eşliğinde kalamar tava ile buharda midye istedik. Özellikle midyelere bayıldım. Lezzetli bir suyu vardı. Otobüse bindikten sonra akşam yemeği için daha önceden yer ayırttığımız Skriti Kot adlı lokantaya zar zor yetiştik. Canlı müzik ve dans gösterileri eşliğinde geleneksel bir Slovenya yemeği yedik. Zaman zaman bizi de dansa kaldırıp diğer konuklar ile yarıştırdılar. Son akşamımız da oldukça keyifli geçti.
Next day we went to Piran city at the Adriatic coast the most remote stop of our travel. Piran was located the most southern part of the country, 3 hours away from capital, small but a cute city. As soon as we arrived the city started to evaluate our limited time. We strolled in back streets and seaside. We toured around in a circle route from main square. We climbed the bell tower of Agios Georgios Church. They are taken you 1 EUR for donation. The city view from the tower was impressive. After came down from the tower we finished our tour following the walls. We went a seafood restaurant called three widows. We ordered beer, fried calamary and steamed mussels. I love especially mussels. Its sauce was very yummy. We barely caught up to restaurant called Skriti Kot where we made reservation before for dinner. We ate a traditional Slovenian food in company with live music and dance shows. Sometimes they danced also with us and made dance contest with other guests. We experienced a delighted final evening.
Ertesi sabah artık dönüş zamanı gelmişti. Havaalanına gitmeden önce şehrin meydanında kurulan pazar yerinde, tadına baktığım trüflü ve otlu tereyağı ile biraz geyik sucuğu aldım. Bunlar dışında at, domuz ve ayı sucuğu da satılıyordu. Trüflü tereyağı çok güzeldi. Geyik sucuğu biraz fazla sertti. Tadı ise fena değil düzeyinde. Siz de farklı bir hediyelik eşya olarak alabilirsiniz. Ardından Cacao adlı kahvecide bir şeyler içtik.
Next morning was our returning time. Before going to the airport we went to bazaar located in the main square. I bought grassy and truffle butter and deer soudjouk after tasted them. You can also buy them as an original souvenir. They were also selling boar, horse and beer soudjouk. Truffle butter was very delicious. Deer soudjouk was a bit hard and its taste was average. Then, we drank something in a cafe call Cacao.
Bu ülkeye dair gezimizi özetleyecek olursam.
- Az nüfusu olan bir ülke olup, ülkenin genelinin huzurlu bir atmosfere sahip oluşu.
- Fiyatlar pek ucuz değil ama her şey kaliteli.
- Hemen her ailede en az bir çocuk var.
- Çok yeşil bir doğası var.
- Meraklısına şarap tadım turları da yapılıyor. Bağcılık da epey gelişmiş.
- Bled Gölü inanılmaz güzellikte bir yer. Ziyaret etmeyi ihmal etmeyin. Fırsat bulursanız çim kayağı çok heyecanlı bir tercih.
- Ülke turistik imkanlarını çok güzel değerlendirmiş. Gezmeyi sevenler için harika bir rota.
Lets sum up this trip;
- It had a low population. Generally all the country had a a peaceful atmosphere.
- Prices were not cheap but everything was qualified.
- There were at least one children almost in every family.
- It had a very green nature.
- Viniculture was developed and making wine tasting tours.
- Bled Lake was an unbelievable place. Do not neglect to visit. Grass skiing is very exciting option.
- They evaluate the touristic potential very well. It is a wonderful route for travelers.