Yıllar boyu Kaş'a tatile gittiğim her yaz, bu adaya uzaktan bakar, bir gün oraya gidebilmenin hayalini kurardım. Öyle ki Mikonos, Santorini gibi popüler Yunan adalarına gitmektense bu küçük adacığa gitmek daha cazipti benim için. En sonunda 2012'nin Haziran ayında bu arzumu gerçekleştirip eşimle adaya ayak bastık. Meis bize her ne kadar yakın olsa da (yaklaşık 1,2 deniz mili mesafede) bir yunanlı açısından bakarsak Yunanistan'ın Hakkarisi denilebilir. Coğrafi olarak Atina'ya en uzakta insan yerleşimi bulunan, en doğudaki Yunan toprağı. En yüksek yeri 273 metre. Yüzölçümü 11 km kare. Devlet, buradaki bir avuç insana kalmaya devam etmeleri için maddi yardımda bulunuyormuş. Bu çorak kara parçasının sadece Kaş'a bakan tarafında tek bir yerleşim birimi olsa da, küçük bir havalimanı ile büyük feribotların yanaşabildiği bir rıhtımı var.
Adanın yerleşik nüfusu 400 civarı. Yazın bu sayı 1000'e kadar çıkabiliyor. Bir anlamda köy diyebiliriz. Diğer adalara kıyasla epey bakımsız ve turizmden uzak. Adada kalınabilecek otel sayısı çok az ve pahalı olduğu için önceden mailleşerek yer ayırttığım, Monika ve Damien çiftine ait bir evde konakladık. Bu çift aynı zamanda kendilerine ait bir lokanta işletiyor. Zaten adada yapılabilecek pek fazla da iş yok. Merkezdeki sınırlı yeşilliği dikkate almazsak, ada, kayalık ve çorak olduğu için turizm dışında halkın geçim kaynağı seçeneği yok gibi.
Meis adası dünya askeri tarihi açısından ilginç bir olaya şahitlik yapmış. 1. Dünya Savaşı döneminde, ada limanında demirli Ben My Chere (Kalbimin Kadını) adlı İngiliz deniz uçağı gemisini batırmayı, Mustafa Ertuğrul adlı bir topçu subayı başarmıştı. O dönemde çok zor şartlarda 4 toptan oluşan bataryasını Aydın'dan Kaş' a nakletmiş. 27 aralık 1916'da gemiyi hedef alan atışlardan bazıları geminin yakıt deposunu tutuşturunca normalde batmayacak olan bu 120 metrelik gemi, kısa sürede sulara gömülmüş. Bu şekilde, bir uçak gemisi batırıldığına dair bir bilgi daha önce hiç duymamıştım.
Ada, 1912'den itibaren İtalyanların eline geçiyor. 1948'de Yunanistan'a bırakılana dek Kastellorizo (Kızıl Hisar) adıyla İtalyanların elinde kalıyor. Bu anlamda Yunanlıların eline oldukça geç bir tarihte geçiyor.
2. Dünya Savaşında müttefikler tarafından bombardıma uğrayan adada, çıkan yangın sonucu evlerinin çoğu yok olmuş. 20. Yüzyıl başlarında 10.000 civarında olan nüfus, halkının çoğunun göç etmesi sonucu, sadece birkaç yüz kişiye kadar düşmüş. Günümüzde evlerin çoğu bakımsız ve terkedilmiş durumda. Zamanında Mısır üzerinden Avustralya'ya göçen insanların torunları kısmen adaya dönmüş. Damien gibi. Yine de ada nüfusu çok az ve kısıtlı koşullarda yaşıyorlar. Bu küçücük adada bile büyük Blue Star feribotlarının yanaşabileceği bir liman ve küçük bir havaalanı bulunuyor. Bu dev gemilerin yanında çok övündüğümüz hızlı feribotlarımız oyuncak gibi kalıyor. Bu anlamda da Yunanlılar, tam bir deniz milleti. Buradan Rodos'a uçak yoluyla geçtik ki bu başka bir yazının konusu.
Adanın merkezi, U şeklinde bir koya sahip. Biz de bu koyun bir ucundan denize girdik. Burada alışık olduğumuz şekilde bir plaj yok. Mediterrano otelinin önündeki platformda otele ait şezlonglar var.
Otele komşu binanın önünde de birkaç şezlong vardı. Biz de burayı kullanmayı tercih ettik. Denize girmek için beton platformlardan kendinizi sulara bırakmanız yeterli. Su bazı yerlerde çok berrak değil ama bizim sahillerimize göre oldukça temiz.
Burada dev deniz kaplumbağalarına rastlamanız sıradan bir olay. Ürkek canlılar ve ara sıra su yüzeyinde görünmek dışında bir şey yapmıyorlar. Deniz keyfinin ardından ilk akşam yemeğimizi Monika ve Damien'ın küçük ve salaş lokantası Olive Garden'da yedik. Deniz mahsülleri ile aranız iyiyse, burada bol miktarda bulabilirsiniz. Büyük boy bir Greek salata, Simi usulü karides, kalamar ve bulgur garnitürlü somon balığından oluşan bir yemek yedik. Yanında da iki Mythos birası. Maliyet 30-35 EUR civarıydı. Bizdeki sezonluk lokantalara kıyasla ucuz.
Ertesi gün, bizim için adayı her yönüyle keşfettiğimiz bir gün oldu. İlk önce kahvaltı bile yapmadan küçük bir motorla anlaşarak, adanın güneydoğu tarafında yer alan “Blue Grotto” denen küçük ama etkileyici bir mağaraya gittik. Daha deniz dalgalanmadan sabahtan gidilmesi gereken bir yer. Kaptanımız Antonis'in rehberliğinde, kısa bir yolculuktan sonra mağaraya vardık. Giriş o kadar alçak ki kafanızı eğerek girmek zorundasınız. Yaklaşık 50 cm yüksekliğinde ancak vardır. Güneşin suda yarattığı yansımalar sonucu, mağaranın içi mavinin çok hoş bir tonu ile kaplanmış durumda. Ben diyeyim indigo, siz deyin kobalt mavisi. Antonis, bize istersek yüzebileceğimizi söylese de kayıkta kalmayı tercih ettik. Kapalı mekan korkunuz varsa bu mağara, sizde heyecan yaratabilir. Aynı zamanda fokların yuvası olan bu mağaranın benzeri sanırım Capri Adası'nda varmış. Bize bu kadar yakın bir noktada böyle bir mağara varken oralara kadar gitmeye gerek yok derim.
Bu kez U şeklindeki koyun diğer ucundan, fenerin ve Osmanlı camisinin bulunduğu burundan denize girdik. Burada su daha temizdi ve kaplumbağayı görebildik. Şnorkeliniz varsa bu sular tam size göre. Deniz keyfi sırasında frappe içip tavla oynadık. Bizde çay neyse Yunanlılar için de frappe o. Doğrusu yaz sıcağında iyi gidiyor.
Cami, cemaati olmadığı için folklor müzesine çevrilmiş. Bizdeki mezbelelik haline getirilen kiliseleri düşününce, bu yaklaşımı tebrik etmek gerekiyor.
Akşamüstüne doğru, adanın tepesine doğru uzanan 400 basamaklı dik merdiveni çıktık. Yol boyunca, her 100 basamakta bir teşvik edici küçük mesajlar ile karşılaşabilirsiniz. Yorucu bir tırmanış sonrası karşınıza çıkan manzara ise gerçekten muhteşem. Burada eski bir manastırın olduğunu duymuştum ama epey yorgunduk ve güneş batmadan geri dönmek istediğimiz için manastırı falan aramadan aşağıya indik.
İnişimiz daha hızlı oldu ve bu sırada Mediterrano adlı savaş karşıtı filmin çekimlerinde kullanılan bir evi keşfettik. Burası küçük bir tavernaydı ve içerisi filmden kalan eşyalar ve oyuncuların fotoğrafları ile doluydu. Burada fazla oyalanmayıp evimize geri döndük.
Akşam yemeğini, Lazarakis restoran adlı mekanda yedik. Eşim pirzola ve kalamar tercih ederken, ben uzo eşliğinde ızgara ahtapot yedim. Bu seferki masamız, denize sıfır konumdaydı ve adanın sırnaşık kedileri tarafından kuşatılmış durumdaydık. Yaklaşık on kadar kedi yemek boyunca bizi taciz etti. Benim için sıkıntı yoktu ama bu hayvanlarla aranız iyi değilse, yemek esnasında bunu da dikkate alın derim. Burada hesap biraz daha fazla geldi ama adada denizin içine doğru oturabileceğiniz tek mekan olmasından kaynaklıydı tahminimizce.
Ertesi gün, son günümüz olduğu için Rodos uçağımızın kalkış saatine kadar adanın görmediğimiz yerlerini keşfettik. Öncelikle, fırından aldığımız hamur işleriyle açık havada kahvaltımızı yaptık.
Ardından adanın camiye yakın olan kısmında buluan arkeoloji müzesi ve kalesini ziyaret ettik.
Doğu sahili başlangıcında yer alan Likya kaya mezarını gördük. Bu mezar, Yunan Adalarındaki tek Likya mezarı. Buradaki yoldan devam ederseniz, Mandraki denen suyu çok durgun olan koya ulaşırsınız. Denize girmeseniz bile patikadan görünen koy manzarası çok güzel. Kalan vaktimizde frappe içtik ve yola çıkmadan hemen önce bir porsiyon çıtır karides daha yedim. Havalimanına servisle ulaşmak 10 dakika ancak sürüyor. İki günlük kısa ama yeterli bir tatilin ardından sonraki durağımız olan Dodekanisos'un merkezi Rodos'a doğru uçuşa geçiyoruz.
Adadanın güney batı komşusu Ro veya Saint George Adası olarak bilinen küçük ıssız bir ada. Burada uzun yıllar boyunca Despina adlı, milliyetçi bir Yunan kadını her sabah Yunan bayrağını göndere çekmiş ve Lady Ro adıyla nam salmış. 1982'de ölene dek bu görevini sürdürmüş. Adına pul bile bastırmışlar. Hatta 1975'te Kardak Krizinin bir benzeri yaşanmış. Despina'nın yokluğunu Fırsat bilen Türk ordusu, adaya ve doğu komşusu Stroggli Adası'na Türk bayrağı çekmiş. Daha sonra Yunan ordusunun müdahalesi ile tekrar Yunan bayrağı çekilmiş. Stroggli Adası tamamen ıssız, 1 km kare büyüklüğünde ve tam anlamıyla en doğudaki Yunan toprağı.
-------------------------------------------------------------------------------------------
MEIS ISLAND TRIP
I have dreamed many years to discover to very close island to Turkey in every summer holiday in Kaş. It was more important for me to visit this island than see the other popular Greek Islands like Santorini or Mykonos. At last I have visited Meis Island in September 2012 with my wife. Although Meis is so close to us, it is the most far Greece land from Athens as a viewpoint of a Greek. Its area 11 square kilometers and the highest point is 273 meters. The government has subsidied for people living in the island to continue to live here. Although this barren landpiece has only one town facing to Kaş, it has a small airport and a harbour for grand ships.
The northwest neighbour of the island is another tiny island called Ro or Saint George. A patriotic Greek woman, called Despina has raised the Greek flag in every morning for many years, until she has died and has becomed famous as Lady Ro. They have been issued a stamp for her name. Turkish army has raised Turkish Flag in this island and also its neighbour island, called Stroggli in the absence of Despina in 1975. Then, Greek army has reraised the Greek Flag in both islands. Stroggli is completely isolated and with only 1 square kilometer, the most eastern greek land in Mediterranian
The constant population of the island is about 400. This number can be reach to 1000 in summer times. It is like a village. It is in very poor condition and unaware of tourism sector. We have stayed at home belongs to Monika-Damien couple because there were a few, expensive hotels in the island. This couple were keeping a small restaurant belonged yourselves. It is already limited business oppurtunies in the island. There is no choice except tourism because of rocky and barren land.
Meis has witnessed an interesting incident in respect of world military history in the first world war. The British sea plane ship called Ben My Cheere was sunk by an Ottoman artillery officer, Mustafa Ertuğrul. Some of the salvos targeting the ship were hit fuel depot so this 120 meter length giant was sunk in short time. I do not know any other sinking story like this. The island has been captured Italians since 1912 and remained them in the name of Kastellorizo (red fortress) until left to Greece in 1948.
Most of the houses were destroyed because of allied bombardment in the second world war. The population was about 10.000 in the beginning of 20 th century has declined to only a few hundred people because of emigrations. Today, most of the houses were abandoned and ruined. The grandsons of the emigrants have gone to Austraila have back to the island partly, like Damien. All the same the population is still rare. There is an airport for small planes and a port can be used by enormous Blue Star ships even at this island. Greeks are exactly a sea lover nation in this meaning.
Meis has a bay U shaped. We have swimmed both edges of this bay. There is no beach in island. There are sunbeds on the platform in front of Mediterrano Hotel. The building near the hotel has also sunbeds and we have swimmed here. You can leave yourself into sea. The water was not so crystal but was more clean than Turkish seas. It is so ordinary to meet a carretta turtle. They were timid creatures and did not anything except swimming in the sea. We have had first dinner at the place of Monica and Damien, Olive garden. If you like sea food, you can find them in here. We have eaten Greek salad, Symi style shrimp, calamary and salmon fish with bulgur rice. We have tried Mythos beer. The cost was abot 30-35 Euro. It was more economic than Kaş.
We have discovered the island in every aspect on next day. First of all we have gone to the cave, Blue Grotto before breakfast by a small sea taxi. It was small but impressive cave located in the southeast side of the island. You should visit here early in the morning, when the sea was calm. Because the entrance of it was so narrow and it is impossible to reach in the rough sea conditions. The cave were full of cobalt reflections created by sunshine. The cave is also a home for seals. The similar of this cave was also in Capri Island. After back from cave we have had breakfast in Remezzo Cafe at the seaside. Later we have swimmed next edge of the bay. We have ssen the carretta an the water was cleaner. We have drunk frappe and played backgammon. Frappe is good especially in hot weather. There was also a mosque in here but it has been converted to folklor museum because there is no muslim community. I have wanted to celebrate this attitude. We have climbed steep 400 stairs lying to the top of the island in the afternoon. After an exhausted climbing you will meet a stunning, panoramic view. I have heard that there was an old monastery in here we have very tired and we have wanted to back before sunset. On the return way we have discovered a small house used in the shooting of anti war film called Mediterraneo (1991) . The inside of it was full of photographs of the starring in that film. There was also old stuff remained from film.
We have eaten our dinner at Lazarakis Restaurant . My wife has preferred calamary and lamb chops. I have eaten grilled octopus. Our table was next to the sea and we have been sieged by the cats of the island. Our bill was more expensive but the place is the only restaurant has a cape in the island.
Next day was our last day. We have decided to undiscovered parts of the island. We had limited time until the plane for Rhodes. We have eaten our breakfast with some pastry from the only bakery in Meis. Then we have visited the small archeology museum and the fortress near the mosque. We have also seen the Lycian stone grave in the beginning of eastern coast. This grave is the only Lycian grave in Greek Islands. If you continue from this road you can reach the tranquil bay called Mandraki. The view of the bay seeing from road was very beatiful. Before our flight I have eaten one portion Symi sytle shrimp. It takes only 10 minutes to reach the airport.We have started to our flight towards Rhodes after two days short but sufficient holiday.