2016'nın Mart ayı ortasında 4-5 günlük bir Makedonya seyahati yaptık. Seyahat planımıza göre önce 2 gün Makedonya'nın sınır şehri olan Ohrid'de kalacak. İki gece de Üsküp'te kaldıktan sonra İstanbul'a dönecektik. 70 dakika kadar süren rahat bir uçuştan sonra Üsküp Büyük İskender Havalimanı'na indik. Buradan şehir merkezine taksi ile gitmek isterseniz 25 EUR ödemeniz gerek. Vardar Express firmasına ait bizim Havaş benzeri otobüsleri tercih ederseniz 175 Makedon Dinarına (MKD) yarım satte şehre varabilirsiniz. Bu arada 1 EURO yaklaşık 60 MKD ediyor. Havalimanındaki döviz bürosundan %10-15 zararına da olsa Euro bozdurmayı unutmayın. Daha sonra şehir merkezindeki, döviz bürolarından daha karlı bir kurdan faydalanmanız kolay. Otobüsten otogarda indik. Niyetimiz bulduğumuz ilk otobüsle Ohrid'e gitmekti. Şansımıza 20 dakika sonra kalkacak olan bir aracı yakaladık. Burada gidiş-dönüş bilet almanız, bilet fiyatında indirim anlamına geleceği için cüzdanınızı mutlu eder. Bir otobüse binmeyi beklerken şansımıza bir minibüs düştü.
We made a trip to Macedonia for 4-5 days in the middle of March. According to our travel plan we will stayed 2 nights in border city, Ohrid and 2 nights in Skopje also. Then we will back to Istanbul. We took off Alexander the Great Airport, Skopje after a easy flight for 70 minutes. To go to the city center from here by taxi cost 25 EUR. If you prefer Vardar Express buses you can arrive city center in half an hour paying 175 Macedon Dinar. By the way 1 EUR=60 MKD. Do not forget to exchange euro from exchange office located in the airport. Later, you can utilize exchange offices in the city center. We got off the bus at the bus terminal. Our aim was to arrive to Ohrid with the first bus we can find. We found a bus would be get on in 20 minutes. To buy a return ticket will reduce the ticket price. We got on a minibus instead of getting a bus.
3,5 saat kadar süren, ülkeyi kuzey güney doğrultusunda katettiğimiz, bol müzikli bir yolculuktan sonra Ohrid'e vardık. Yolculuk sırasında yarı yolda mola verdiğimiz karlı bölgenin, ülkenin en yüksek bölgesi olduğunu sonradan öğrendik. Bir taksiyle eski şehir bölgesinde buluna otelimize (Villa Kale) ulaştık. Otel sahibi bizi sıcak şekilde karşılayıp, konforlu odamızı gösterdi.
We arrived to Ohrid after a journey passing the country from north to south, taking 3,5 hours. We passed and gave a break in a snowy area during our journey. There was the highest point of the country. We went to our hotel (Villa Kale) located in the old town area by taxi.
Otelde bizden başka kalan kimse yoktu. Bir süre dinlenip dışarı çıktık. Artık hava kararmaya başlamıştı. Sahilde biraz dolaşıp, merkezi keşfettik. Ardından Türk Mahallesi'nde bulunan Meydan adlı lokantada akşam yemeğimizi yedik. Burada da tek müşteri bizdik. Turist sezonu burası için henüz açılmamıştı.
We were the only customers staying in the hotel. We went out after a short rest. We discovered the center. It was start to dark. We had our dinner in a restaurant called Meydan located in the Turkish neighbourhood. We again the only customers in here.
Yemekte ikişer porsiyon çorba ve köfte söyledik. Üstüne de bir porsiyon trileçe tatlısını paylaştık. Porsiyonları oldukça büyük. Fiyatlar ise oldukça uygundu. Buradaki, yemeğimiz 600 MKD civarı tuttu. Yemeğin ardından yine aynı mahallede bulunan İstanbul Çaycısı adlı otantik bir mekanda kahvemizi içtik. Buranın sahibi de Türk ve Türkiye'den geldiğimiz için bizimle epey sohbet etti. Odamıza dönünce vaktimiz sınırlı olduğu için ertesi gün neler yapacağımıza dair detaylı bir plan yapıp yattık.
We ate soup and meatball for dinner and we shared a tres leches cake for dessert. Portions were extremely huge. Price were so affordable. This dinner cost about 600 MKD. After dinner we drank our tea in a authentic teahouse located in the same area called Istanbul Teahouse. The owner of here chat us.
Sabah, zengin bir kahvaltının ardından Ohrid'i keşfe başladık. Ohrid, 50.000 nüfuslu ama Makedonya'nın en turistik şehri diyebilirim. Kıyısında bulunduğu göl çok yaşlı. Yaşlı derken milyonlarca yıllık bir oluşumdan sözediyorum. Balkanların en derin ve eski gölü burası. Gölün kıyısında iki küçük şehir daha var. Bunlardan Struga, Ohrid'e yakın ve Makedonya'ya bağlı. Podgarec ise Arnavutluk sınırlarında. Göl, 1979'da UNESCO'nun Dünya Kültürel Mirası listesine girmiş. İlk durağımız surların hemen yakınındaki antik tiyatro oldu. Roma dönemindne kalan tiyatro çok büyük değil. Şu anda açık hava konser mekanı olarak kullanılıyor.
We started to discover Ohrid after breakfast. Ohrid's population is about 50.000 but it is the most touristic city of the Macedonia. The lake located its shore was extremely old. Its age about million years. It is the oldest and deepest lake of Balkans. There were two small cities at the shore of the lake. Struga is very near to Ohrid and related to Macedonia. Podgorec is related to Albania. The lake was added to the world heritage list of UNESCO in 1979. Our first stop became antic theater. It was not so big and remained from Roman era. It is used as a concert hall now.
Buranın ardından şehrin en yüksek noktasında kondurulmuş Çar Samuel tarafından yaptırılan kaleyi ziyaret ettik. Kalenin bir kısmında arkeolojik kazılar devem ediyor. Surlara çıkan merdivenleri çıkınca gölün ve şehrin kuşbakışı manzarası sizi bekliyor. Özellikle giriş kapısının üstünde yer alan kuleye çıkmayı ihmal etmeyin. Buranın panoramik manzarası harika.
Then we visited the castle built by Tsar Samuel in the highest point of the city. Archeological excavations were still continue in some part of the castle. You should climb the tower located over the main gate. The panoramic view of here was superb.
Kaleden çıktıktan sonra hemen yakındaki Plaosnik dedikleri kazı çalışmalarının hala sürdüğü bir kiliseye uğradık. Girişte bilet alıyorsunuz.(100 MKD) Mekan şantiye gibiydi. Fotoğraf çekmek yasaktı ama tipik bir Ortodoks kilisesiydi. Çok yakınında TİKA tarafından onarımı yapılan Sinan Yusuf Çelebi Türbesi vardı. Burada ilgimi çeken esas şey ise zeminde yer alan mozaiklerden birinin gamalı haç şeklinde oluşuydu. Pakistan'da benzerini görmüştüm. Yıllar sonra dünyanın bir başka köşesinde karşıma çıktı. Burayı bitirdikten sonra ormanlık alandan geçip göle paralel doğu yönünde bir patikayı izledik.
Then we dropped of the church called Plaosnik. You should buy a ticket (100 MKD) for here. It was like a construction area. Taking photos was forbidden but it was a typical Orthodox church. There was also a tomb of Sinan Yusuf Çelebi repaired by TIKA. The main thing drawing my attention was the mosaic in swastika shape. I saw its suchlike in Pakistan before. It confronted again after years in a different corner of the world. Then, we followed a east direction path parallel to the lake.
Patikanın ucu St Jovan Kaneo Kilisesi'ne inen basamaklara ulaşıyordu. Kilisenin içine girmeden merkeze doğru yolumuza devam ettik. 1994 yapımı Before The Rain adlı filmin bazı sahneleri bu kilisede çekilmiş. Konum olarak göle doğru çıkıntı yapan bir burnun tepesinde bulunuyor. Buradan sonra yol labirente dönüştü. Göl kıyısına paralel şekilde ilerledik. Yer yer dar sokaklara girip çıkmak zorunda kaldık. Eğer karşınıza sonradan yapılma, ahşap bir yol çıktıysa doğru yöndesiniz demektir.
The end of the path was ending in stairs laying to St.Jovan Kaneo Church. We continued our way without visiting the church towards the center. The some scenes of the film called before the rain was taken in this church. Its location in the edge of a cape. After here the way transformed a labyrinth. We continued in a parallel way to the lake.
Şehir meydanına çıkmadan önce el yapımı kağıt işini tanıtıp sürdüren bir atölyeye uğradık. Sempatik bir eleman, eski teknoloji ile ürettiği kağıtlaı kuruttuktan sonra üstüne resimler çizip satıyor. Farklı bir hediye arayanlar için öneririm. Bir ara ben de eldivenleri geçirip kağıt üretim aşamalarını uyguladım. Keyifliydi.
We visited a small atelier making handmade paper before arriving city square. A sympathetic guy drawing pictures on the dried and made in a traditional way paper and selling them. I suggest this shop for looking for a different souvenir. I tried the paper production process by wearing gloves.It was enjoyable.
Öğlen olduğunda otele döndük. Otel sahibiyle önceden anlaştığımız gibi St.Naum Manastırı'na gidebilmek için taksi kiraladık. Bunun maliyeti 1100 MKD oldu. Buraya gitmenin diğer yolu, merkezdeki limandan kalkan tur teknelerine binmek. Ancak hem hava serin olduğu hem de henüz turizm sezonu başlamadığı için işi garantiye aldık ve kara yolunu tercih ettik. Manastır Ohrid'den 25-30 km uzaklıkta ve Arnavutluk sınırına 2 km mesafede. Alexander adlı şöförümüz bize epey yardımcı oldu. Şöförlük dışında bize rehberlik de yaptı. St. Naum Manastırı gölün hemen kıyısında ve gölün sularının doğduğu kaynağa komşu. İsterseniz kayık kiralayarak kaynağın derinliklerine doğru gidebilirsiniz. Kimi su altında kimisi su üstünde olan onlarca farklı kaynak var. Gölden daha yüksek bir rakımda Prespa adlı bir göl daha var ve sularının bir kısmı Ohrid'e akıyor. Su cam berraklığında ve kendi kendini temizleme özelliği olduğundan gölün suları daima temiz. Burası aynı zamanda Galicica Milli Parkı'nın da bir parçası. Park oldukça geniş. 40.000 hektarlık bir alanı kapsıyor. Gölde alabalık ve sazan gibi tatlı su balıkları bulunuyor. Manastırın bahçesinde birçok tavuskuşu göreceksiniz. Zarif hayvanlar ama sesleri berbat. Bağırdıklarında kulağınızı tırmalıyorlar. St. Naum Kiril alfabesini icat eden St. Kiril'in öğrencilerinden biri ve bu alfabenin Balkanlarda yayılmasını sağlamış. Kilisenin içinde fotoğraf çekmek yasaktı. Önünde küçük bir dilek kuyusu var.
We backed to the hotel at noon. We rent a taxi to arrive St. Naum Monastery. It costed 1100 MKD. The other way for St Naum is get on a boat. But the weather was not so hot and the tour season have not started yet so we preferred taxi. Monastery is 25-30 km away from Ohrid and only 2 km away from Albania border. Our driver named Alexander was helped us in every subject. He became our guide also. The monastery is located on the lakeshore and neighbor to the spring of the lake where the water of the lake coming from. If you want you discover the springs by renting a boat. There were tens of springs. Some of them were located in the underwater; other part were located over water. There is another lake called Prespa in a higher altitude and some part of its water was flowing to Ohrid Lake. The water was like crystal and clearing its water by itself. So the water is always clean. This area is also a part of Galicica National Park. The area of the park is very wide. It covers 40.000 hectares. There are sweet water fishes like trout and carp. You will see a lot of peacocks around monastery. There are elegant animals but their voices were terrible. St Naum is one of the students of St. Kiril who invented the cyrillic alphabet. It was forbidden to take photos in the church. There was a small wish well.
Manastırdan Ohri'ye dönerken yol üstünde Bay of Bones denilen, gölün kıyısında sonradan yapılan ilk çağlara ait bir köy yerleşimini canlandıran bir müzeye de uğradık. Erken kapandığı için gezemedik ama uzaktan göl evlerini foroğraflayabildim. Bir de yol üzerinde beton koruganlar dikkatinizi çekebilir. İtalyanlar tarafından yapılan bu koruganlar İkinci Dünya Savaşı döneminden kalma. Şu anda çok bakımsızlar ama sapasağlam duruyorlar hala.
We also visited the museum called Bay of Bones on the back way to Ohrid. There was revived village life in first ages. We could not wander inside there because of it closed early but I took a couple photos of village homes. You can pay your attention some bunkers along the road. These were remained from Second World War era. They have been built by Italians. They were uncared but they still continue to stand.
Şehre döndükten sonra bir süre odamızda dinlenip akşam yemeği için bu kez yerel bir lokantaya gidelim dedik. Aya Sofya Kilisesi'ne yakın bir konumda Damar adlı bir mekanı tercih ettik. Önden yine birer çorba içtik. Ardından tavuk şinitzel ve manastır tavuğu söyledik. Burada da tek müşteri bizdik. Hesap, Türk Mahallesi'ne kıyasla daha yüksek geldi. 1200 MKD. Gölde bulunan alabalığı yemek olarak tercih etmedik. Balık, hem koruma altında, hem fiyatı yüksek, hem de deniz balığına göre yavan olur diye düşündük.
After back to the city we rested in the hotel for a while. We went to a local restaurant called Damar. It was next to the Hagia Sophia Church. We did not prefer trout. Because this fish was under protection so its price was high. We ordered soup, chicken schnitzel and monastery chicken. We were the only customers again. We paid for 1200 MKD for this meal.
Ertesi sabah erkenden kalkıp kalan sınırlı vaktimizde birkaç camiyi gezdik. Birer trileçe daha yedikten sonra bizi Üsküp'e götürecek olan minibüse atladık. Yarı yolda mola verdiğimiz aynı yerde bu kez börek ve yoğurt aldık. Börekleri genel olarak çok leziz ve yanında bize göre koyu bir ayran sayılacak bir yoğurtla yeniyor. Otogarda indikten sonra yürüyerek otelimize vardık. Akşam yemeğine kadar dinlendik.
We wandered a couple of mosques in our limited time in next day. We ate tres leches cake for dessert. Then we got on the Skopje minibus. We ate burek and yoghurt in break time. We arrived our hotel by walking. We rested until dinner time.
Yemek için Tripadvisor'da üst sıralarda yer alan bir lokantayı aklıma koymuştum. Akşam olunca arada yolu uzatsak da mekanı bulmayı başardık. Bu kadar dolu bir yer beklemiyordum. İçerisi tıka basaydı. Neyseki bize de bir masa açtılar hemen. Mekanda canlı müzik yapan yerli bir grup da vardı. Yemekte Makedonya şaraplarının tadına baktım. Tga za Jug ve Alexander cuvee markalarını denedim. İkinci markanın tadı daha güzel ve içimi daha rahattı. Yemek olarak balık çorbası, şopska salatası, kabak kızartma, bonfile ve peynirli patlıcan aldık. Oldukça doyurucu ve lezzetli bir yemek yedik. Hesap 2000 MKD civarı gibi yüksek bir rakam geldi ama yediklerimize kıyasla yine makul sayılırdı. Vakitli bir şekilde kalkıp otele döndük.
I decided to go a restaurant by looking Tripadvisor. The inside of the restaurant was very crowded. Fortunately they arranged a table for us. There was also a live music band. I tasted Macedonian wines. I tried Tga za Jug and Alexander cuvee brands. The second brand was more delicious and easy to drink. We ordered fish soup, fried zucchini, shopska salad, beef fillet and aubergine with cheese. We had a very delicious and filling meal. The cost was about 2000 MKD. It was normal for our orders.
Ertesi sabah çatı katında zengin bir kahvaltı yaptık. Ajvar dedikleri yerel lezzetle burada tanıştım. Skopje Daily Tours firmasından online tur rezervasyonu yaptırmıştık ama tur öğleden sonra başlayacağı için kalan vaktimizde şehri keşfettik. Şehrin kalbi olan Taş köprü ve civarındaki heykelleri gördük.
We had a rich breakfast on the attic of hotel in the next morning. I tried the local taste, ajvar. We made reservation from Skopje Daily Tours for noon. We discovered the city until tour began. We saw the Stone Bridge and some statues.
Rahibe Teresa'nın müze evini gezdik. Burasının dizaynı oldukça güzel ve gezmek ücretsiz. O yüzden mutlaka görün derim. Şehrin genelinde müthiş bir heykel yoğunluğu var. Bazıları devasa boyutta ve şehrin kendi havasıyla uyumlu olmadıkları için yapay duruyorlar. Yine de her yerde şantiye misali bir çalışma vardı. Eski Türk Mahallesi'nden geçerek Mustafa Paşa Cami'sini gördük. Ardından Üsküp Kalesindeki buluşma noktasında rehberimizle buluştuk. Rehberimizin adı da Alexander idi ve turun tek katılımcısı bizlerdik.
We visited the memorial house of mother Teresa. Its design was very nice and it was free to visit. There was a general statue density in the city. Some of them were enormous and looked like artificial. We saw Mustafa Pasha Mosque in old city area. Then, we met our guide in Skopje Fortress. His name was Alexander and we were the only participants for the tour.
Tur programında önce şehre bakan bir tepeye yapılmış Milenyum Haçı vardı. Vodno Dağı'nın eteklerine kadar araçla geldikten sonra teleferik ile zirveye ulaştık. Manzara haricinde buranın pek bir özelliği yok. 66 metre boyundaki haç, çirkin bir yapı olmuş. Geceleri de neon ışıklarıyla aydınlatılıyor. Buranın ardından freskleriyle ünlü St.Pantelejmon Kilisesi'ni ziyaret ettik. 12. yüzyıldan kalma bir yapı. Normalde fotoğraf çekmek yasak ama flaşsız çekim yapmama izin verdiler. Bir görevli, kilisenin tarihçesi ve freskler hakkında detaylı bilgiler verdi. Tarihi eserleri seviyorsanız bu duraktan keyif alacağınız garanti.
We firstly visited the Millennium Cross on Vodno Mountain. We climbed the mountain by cable car. There was not specialty of here except the view. The height of the croos is 66 mt. But its appearance was not beautiful. It was enlightened at nights. Then we visited the St. Pantelejmon Church. It was famous for with its frescos. It was built in 12 th century. There was a prohibition for taking photos but they allowed me to take photos without flash. An officer gave detailed information about the church.
Daha sonra son durağımız olan Matka Kanyonu'na yöneldik. Turun en cazip noktası burası. Kanyonun girişinden içeri doğru biraz yürüdük. İsteyenler mağaralara yönelik tekne turlarına katılabilir. Biz bunun yerine yemek yemeyi tercih ettik. Lokantanın bulunduğu yerde tur programına dahil olan St. Andrew adlı küçük bir kilise de var ama biz içine girmedik. Lokantanın ortamı keyifliydi. Burada peynir fondü eşliğinde şarap içtim. Rehberimizin önerisiyle tavuk madalyon adlı yemekten de yedik. Turun maliyeti kişi başı 25 EUR oldu. Özellikle araçsız gidilemeyecek yerlere gidebildiğimiz için bence faydalı bir tur oldu.
Then we directed to our last stop; Canyon Matka. It was the most spectacular part of the tour. We walked through to Canyon. If you want you can join to boat tours for caves. We preferred to have a meal instead of it. The atmosphere of the restaurant was enjoyable. I drank wine with cheese fondue and I ate chicken medallion food. The cost of the tour was 25 EUR.
Rehber, otele kadar bizi bıraktı. Akşam yemeği için pek aç olmasak da Old House adlı yine geleneksel bir lokantaya gittik. Mekanın özelliği Üsküp'te hala kullanılan en eski ev oluşuydu. Burada meze eşliğinde bira içmeyi tercih ettim. Günün yorgunluğu çökmeye başlayınca otele döndük.
Alexander dropped out us to hotel. We went to a traditional restaurant called Old House for dinner. We were not hungry so much. I ordered only beer, salad and ajvar. We backed to hotel early. The specialty of the restaurant was the oldest building still using in Skopje.
Ertesi sabah, kalan vaktimizde Makedonya Ulusal Mücadele Müzesi'ne gittik önce. Müzenin küçük bir salondan ibaret olduğunu düşündüğüm için hemen gezip çıkarız diye düşünüyorduk. Yanımıza iki Makedon da katıldı ve rehber eşliğinde gezmeye başladık. Rehber İngilizce yerine kendi dillerinde anlattığı için bize indirimli bilet verdiler. Müze dört kattan ve pek çok dioramadan oluştuğu için dolaşmak 1,5 saat kadar sürdü. Rehber, motor gibi konuşarak sürekli bilgi veriyordu. Müzenin bir kısmında Mustafa Kemal'in balmumu heykeline de rastladık. Müze çıkışı Türk mahallesindeki Destan adlı köftecide köfte ve güveçte fasulye yedik. Köftesinde pek bir numara yoktu ama fasulyesi çok güzeldi. Ardından da Slatkarnica Ohrid adlı tatlıcıda kaymaçina ve trileçe yedik. Tavsiye ederim.
We firstly visited National Struggle Museum of Macedonia in our limited time with two Macedonian people. Museum was comprised of four floors and a lot of dioramas. It took 90 minutes to wander it. We had lunch in a Turkish Restaurant called Destan. Its meatball was standard but its dry bean in casserole was very yummy. We also ate tres leches cake and kaymacina (like cream caramel) as dessert in a shop called Slatkarnica Ohrid. I suggest here.
Havalimanına giden otobüse binerek bir Balkan keşfini daha bitirdik. Kısaca özetlersem;
Ülkede oldukça fazla Türk nüfus var. Pek yabancılık çekmiyorsunuz.
Fiyatlar pek çok ülkeye göre oldukça uygun. Porsiyonlar büyük.
Küçük ve huzurlu bir ülke. Genelde ormanlık araziye sahip.
Üsküp'teki heykel yoğunluğu sizi şaşırtabilir.
Yerel şaraplarını, ajvar ve trileçe tatmadan dönmeyin.
Ohrid Kalesini, St Naum'u, Matka Kanyonu'nu mutlaka görün.
Üsküp Türk mahallesindeki eski hanları görmeyi unutmayın. #KanGurular Erşen T.
We finished another Balkan discovery by getting on airport bus. To sum up;
There was an important Turkish population in the country. You do not feel like a stranger.
The price were so affordable. Portions were very big.
It was a small an peaceful country. Its forest area was common.
The statue density of Skopje may astonish you.
You must taste local wines, ajvar and trileche.
You must visit Ohrid Fortress, St. Naum, Canyon Matka.
Do not forget to see the old inns located in old Turkish neighbour. #KanGurular